Avukat Arsin Demir: Yenilenebilir enerji, Türkiye’yi enerjide dışa bağımlılıktan kurtarır.
Avukat Arsin Demir, Enerji hukukunda Türkiye’deki önemli isimlerden. Büyük bir kararlılıkla, her fırsatta Türkiye’nin milli ve çevreci enerji politikalarını hızla yaşama geçirmesinin önemine dikkat çekiyor ve ekliyor; “Gücümüzün ve potansiyelimizin farkına varalım, sonsuz enerji kaynağı için, yenilenebilir enerji tek şansımız.”
Enerji hukuku alanında Türkiye’deki en yetkin isimler arasında gösteriliyorsunuz. Yenilenebilir enerjiye ilişkin sorulardan önce mesleğe başlama öykünüzü bizimle paylaşır mısınız?
Ben bir öğretmen çocuğuyum. Bundan dolayı ilköğretim hayatım ve ilköğrenimim Anadolu’da Hatay, Konya ve Manisa’da geçti. Daha sonra parasız yatılı olarak İzmir Atatürk Lisesi’ni kazandım. Burada da üç yıllık lise eğitimimi tamamladım. Ardından Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandım. 5 yılda fakülteyi bitirdim. Ardından 3 ay İngiltere’de dil eğitimi aldım. Bundan sonra da kariyerimi yüksek lisansla kuramsal anlamda geliştirme niyetim var. Çalışma hayatıma başlangıcım aslında avukatlıkla olmadı. Dedem semt pazarcısı olduğu için daha 7 yaşımda bile pazarlarda limon ve su satmışlığım var. Hemen hemen her yıl dedemin yanında pazarlarda yeşillik satarak aile bütçesine katkıda bulunmaya çalıştım. Fakülteyi bitirmemin ardından belli bir süre meslektaşlarımın yanında çalıştım. Ardından kendi büromu kurdum. Hiçbir zaman mesleğe bakışımda devlet memurluğu yoktu. Memurluk onurlu bir görev ama benim için sürekli gezilen ve bir türlü temel atamadığınız diyarlardan geçtiğiniz bir meslek anlamına geliyordu. Bu yüzden kamu avukatlığı yerine serbest avukatlığı tercih ettim.
Dünya çok önce farketti, ancak Türkiye, önemini yeni yeni öğreniyor. Yenilenebilir enerji nedir? Ülkemizin bu alandaki potansiyelini nasıl görüyorsunuz?
Yenilenebilir enerji, tükenmeyen, kaynağı son bulmayan enerji olarak algılanmalı. Örneğin güneş enerjisi. Güneş, hayat enerjisinin de, yenilenebilir enerjinin de temeli. Rüzgar enerjisi ve yağmurlar da güneşe bağlı aslında. Yenilenebilir enerji Türkiye Cumhuriyeti için olmazsa olmazlardan biri. Ülkelerin bağımsızlığı enerji kaynaklarına ve bu kaynaklarından enerji üretimine bağlıdır. Başka ülkelerden ne kadar enerji ithal ederseniz o kadar dışa bağımlı olursunuz. Ülkemizin yeni stratejik yaklaşımında ise yerli kaynakların kullanılmasında hızla gelişen ve değişen bir süreç var. Türkiye, yenilenebilir enerjide şu anda kullanılan elektrik enerjisinin 1,5 katını üretilebilecek güçte. Kömür, doğalgaz ve petrole bağımlıyız. Petrol ülkemizde üretilmiyor. Doğalgaz tedarikçileriyle yaşadığımız yada yaşama potansiyeli olan problemleri ise hepimiz görüyoruz ve tahmin ediyoruz. Azerbaycanla TANAP projesiyle muhteşem bir ekonomik paylaşım yakaladık ve yakınlaşma tesis ettik. Fakat Ermenistan ile devam eden Dağlık Karabağ sorunu nedeni ile aktarım konusunda yine endişeler oluşabilir. Komşu ülkelerimizde yaşananları üzülerek izliyoruz ve müdahale etme noktasında da devlet olarak seyirci kalamıyoruz. Bir an önce enerjide bağımsız bir ülke olmalı ve kendi kaynaklarımızı kullanmalıyız.
Ülkemiz ve özellikle bölgemizde İzmir rüzgar enerjisi açısından yatırımlarda başı çekiyor? Bu gerçekten güçlü bir potansiyel taşıdığımız anlamına mı geliyor?
Özellikle rüzgar enerji santralleri açısından rüzgar ırmakları olmazsa olmaz. Türkiyede rüzgar ırmakları Trakya’dan başlıyor, Çanakkale, Balıkesir, İzmir ve Aydın’a doğru devam ediyor. Ülkemizde Hatay ve Samandağ da verimli bölgeler arasında. İzmir, Türkiye’nin aydınlık yüzü ve yenilenebilir enerji açısından önemli bir rol oynuyor. İzmir’de şu anda 33 tane RES var. Daha sonrasında yeni RES’lerin yapımı için birtakım stratejik planlamalar yapılıyor. Uygun noktalara belli izinler verilecek. İzmir’de yenilenebilir enerji kaynak alanları tespit çalışması olduğunu biliyoruz. Bu projelerin de tamamlanmasıyla İzmir, Türkiye içinde kendine yetebilecek illerin başında gelecektir. Akıllı şebeke sistemlerinin devreye alınması bir an önce uygulanırsa ve enerjinin üretildiği yerde tüketilmesi sistemine geçilirse kentimizinde enerji anlamında hiçbir sıkıntısı olmayacak. Sonsuz bir enerji kaynağımız olacak.
Aynı zamanda enerji hukukunda uzmanlık yapıyorsunuz. Bu tür yatırımların önünü açacak tedbirlerin alınacağı dile getiriliyor. Hukuksal açıdan baktığınızda yeni düzenlemelerle firmalar bu durumdan nasıl etkilenecek?
Her şeyi devletten beklememeli. İnsanlar ve sivil toplum örgütleri olarak devletimizi belli konularda yönlendirmemiz ve desteklememiz gerekiyor. Desteklerken ve eleştirirken de birtakım bilimsel kaynaklar ortaya koymalıyız. Sadece devletin çıkardığı mevzuat üzerinden hareket etmek yerine olumlu ve olumsuz geribildirimlerin de paylaşılması önem taşıyor. Hepimizin zor günler geçirdiği ve ülkemize sahip çıkmamız gereken bir dönemdeyiz. Enerji politikası, yerli kaynaklar üzerinden gidiyor. Bir an önce bu yatırımları gerçekleştirmek kolay değil. Bunun için ciddi finansal ve teknolojik kaynakların gündeme alınması gerekiyor. Uluslararası süreçler de var. Bu ülkenin değişik kaynaklardan elektrik ürettiğini de unutmamamız gerekiyor. Bazı yatırımların ömrünü tamamlaması gerekiyor. Önceden vaadedilmiş alım garantileri ve yatırımlar sözkonusu. Yurtdışından gaz alım sözleşmelerimiz var mesela.
Enerji kaynakları ve enerji nakil hatlarının güvenliği de çok önemli. Artık dijital çağdayız. Bir siber saldırı da, başka saldırılar da olabilir. Bunların tamamını birlikte değerlendirmek gerekli. Geçtiğimiz yıl hatırlarsanız ülke olarak 10 saat elektriksiz kaldık. Enerjiye ulaşamadığımız için çok büyük sorunlar yaşadık. Enerji üretmek ve kaynağının güvenliğini sağlamak da önemli. Bunun için yapılan bir takım hukuki ve stratejik düzenlemeler var.
Ege ve Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynağının diğer enerji türlerine göre kullanım oranı nedir?
Şu anda Türkiye’de üretilen elektriğin rüzgardan elde edilen kısmı % 6 civarında. Rüzgar ve güneşin enerji kaynakları içinde daha ön plana çıkmasını arzu ediyoruz. Kyoto Protokolü ve Paris İklim Sözleşmesi’nden sonra dünyayı kurtarmanın tek bir yolu kaldı. O da fosil yakıtları terketmek. Şu anda fosil yakıt sektörüne yapılmış çok fazla yatırım var. Yenilenebilir enerji ise en çevreci ve en temiz enerji türü. İzmir’e geldiğimizde çevre duyarlılığıyla yapılan projeler var. Yakından bildiğim ve her sürecine müdahil olmam nedeni ile Çeşme RES bunlardan biri. Dünyada yaklaşık 330 bin rüzgar türbini var. Bunlar arasında doğaya ve canlı yaşamına zarar verdiğine ilişkin bilimsel olarak kanıtlanmış bir durum sözkonusu değil. Avrupa’nın çoğu ülkesinde tarım ve hayvancılığın RES’lerle iç içe olduğunu görüyoruz. RES’lerin olduğu yerlerde halkın da katılımı ile kooperatifleşme sürecine de gidilebilir. Bu kaynaklardan bölgedeki halkın da istifade edip bir gelir elde etmesiyle insanları daha çok motive ederek RES’e sahip çıkma kültürü de ortaya çıkartılabilir. Türkiye 50 milyar dolarlık enerji ithalatı yapıyor. Petroldeki fiyat yükselişleri cari açığımıza yansıyor. Res’ler ise elektrik birim fiyatlarını düşürüyor.
İzmir’e dönecek olursak… Hem Türkiye’nin 3’üncü büyük kenti, hem de yeterli gelişemediği konusunda eleştiriliyor. Bu konuda İzmirliler’in önündeki en büyük engel nedir sizce?
İzmir’in, potansiyelini kullanamamasının sebebi bana göre şehirdeki yatırımcı ve güçlü karakterlerin birbirinden ayrı hareket etmeleridir. Kanaat önderleri arasında bir takım iletişim sorunları var. Birinin çıkardığı projeyi diğeri desteklemiyor gibi bir durum var. Birlikte hareket etmekte sıkıntı var. İzmir’de Kordon’un bize yeteceğini düşünüyoruz. Oysa, şehircilik anlamında çok geride kalmış durumdayız. Kent, özgün mimarisi yerine bambaşka bir görüntüye bürünmüş durumda. Yalnızca eleştirmek değil kısırdöngüyü kırmak için birlikte hareket etmek gerekli. İzmir kimlik tartışmasında farklı argümanlara sahip. Ard bölgesi çok geniş, her türlü meyve ve sebzeye ulaşabiliyor. Hemen ve taze bir şekilde tüketilebilecek durumda. Bir huzur ve dinlenme kenti aynı zamanda. Temiz enerji yatırımlarıyla birlikte kentin önünün açık olduğunu düşünüyorum.
Bir diğer eleştiri konusu da İzmir’in kurumsallaşmada yaşadığı sıkıntılar. Sizce, hem kalıcı hem da tanınan bir marka olmak için kentte neler yapılmalı?
Gördüğüm kadarıyla İzmir’de babadan oğula miras şeklinde gelen şirket yönetimi var. Burada belli başlı sorunlar var. Aile şirketlerinin kendi anayasalarını yapamayışları. Profesyonellere yaşam hakkı tanımayışları. Bazıları elde ettikleri gücü paylaşmak istemiyor. Profesyonellerin olmadığı şirketlerin yaşama şansı da yok. Bütün işler belli kişilere kalıyor. O kişiler de hastalandığında ya da vefat ettiğinde şirketler de ömrünü tamamlamış oluyor. Profesyonel yöneticilerle çalışma ve kurumsallaşma kavramları burada öne çıkıyor.
Deneyimleriniz ışığında gençlere ve genç girişimcilere iş hayatında neler önerirsiniz?
Gençler Türkiye’yi tanımak için önce dünyayı tanımalılar. Ülkemizi anlayabilmek bence dünyayı görmekten geçiyor. Ülkeyi ve kendilerini, tanıyarak ne yapmak istediklerine daha iyi karar verebilecekler. İçlerindeki cevherin ortaya çıkarılabilmesi için önlerine farklı seçenekler koymak gerekiyor. Ben kendi hayatımda insanlardan neler alabilirim?, neler paylaşabilirim? diye hep dikkat ettim. Gençlerin de kendi doğrularını bularak, hem ailelerine hem de ülkelerine hemde dünyaya katkıda bulunabileceklerini düşünüyorum.